yetişkinlere roman önerileri


Elif USMAN “Aşk Başka Yerde”
Umut, aşkla tanıştığında henüz küçük bir çocuktu. Babasının ani ölümünden sonra, annesiyle beraber yaşamaya başladığı Cavidan Hanımın evinde tüm hayatı değişti. Orada aşkı buldu Umut Edayı. Ölüm acısıyla incinen küçük kalbine daha büyük bir deva olamazdı. Ancak çocukluk aşkının, hayatının aşkı olduğunu ve aşk acısının, ölümden bile keskin olabileceğini henüz bilmiyordu. Yaşam, onu tesadüflerle dolu bir yolculuğa çağırıyordu. Aşk Başka Yerde; umut ve umutsuzluk, ölüm ve yaşam, hayaller ve hayal kırıklıkları, aşk ve aşk acısı üzerine bir roman. Herkesin, ama en çok da aşk acısıyla genç yaşta tanışanların, umudun aslındabitmeyen bir işkence olduğunu bilenlerin, kaçmak ve kaybolmak isteyenlerin yüreğine değecek bir hikâye. Umutsuz aşkların öyküsü.

“Gizli Yönleriyle Atatürk” Ergun CANTAN

Bu kitabı sadece bu günler İçin değil, gelecek nesillere de bir anı olarak kalması için yayınlıyoruz. Öyle bir anı ki, dünyanın eşini benzerini görmediği bir anı... Unutmamak ve unutturmamak için Atatürk ile ilgili bu bilgileri bir araya getirdik. Gelecek nesiller de okusun ve bu anının peşini bırakmasın diye... Biz bu anıyı hiç unutmadık ve unutmayacağız. Bu anıyı unutturmak isteyenlere karşı İnadına Ulu Önder Atatürk diye haykırmaya devam edeceğiz... Bu kitabımızda Atatürk'ün sıradışı özelliklerini farklı bir bakış açısıyla ele aldık. Kitabımızın ilerleyen sayfalarında sizlerin de çok açık bir şekilde göreceği gibi, "Atatürk geleceği görüyordu" sözü bile az kalacak ve "Atatürk geleceği görmekle kalmıyor, adeta biliyordu" diyeceksiniz, Tükiye'de ilk kez, Tufan Öncesi Uygarlıklar ve Türklerin kökeni ile İlgili araştırmaları gerçekleştiren Mustafa Kemal Atatürk'ün gizli kalmış yönlerini ilgiyle okuyacaksınız.



“Serenad” Zülfü LİVANELİ
Her şey, 2001 yılının Şubat ayında soğuk bir gün, İstanbul Üniversitesinde halkla ilişkiler görevini yürüten Maya Duranın (36) ABDden gelen Alman asıllı Profesör Maximilian Wagneri (87) karşılamasıyla başlar. 1930lu yıllarda İstanbul Üniversitesinde hocalık yapmış olan profesörün isteği üzerine, Maya bir gün onu Şileye götürür. Böylece, katları yavaş yavaş açılan dokunaklı bir aşk hikâyesine karışmakla kalmaz, dünya tarihine ve kendi ailesine ilişkin birtakım sırları da öğrenir. Serenad, 60 yıldır süren bir aşkı ele alırken, ister herkesin bildiği Yahudi Soykırımı olsun isterse çok az kimsenin bildiği Mavi Alay, bütün siyasi sorunlarda asıl harcananın, gürültüye gidenin hep insan olduğu gerçeğini de göz önüne seriyor. Okurunu sımsıkı kavrayan Serenad'da Zülfü Livanelinin romancılığının en temel niteliklerinden biri yine başrolde: İç içe geçmiş, kaynaşmış kişisel ve toplumsal tarihlerin kusursuz Dengesi.


Canan TAN “İz”
Yakın çevremizde benzerlerini görebileceğimiz gerçeklikte bir baba-kız öyküsü... Babasına hayran Verda, hatta âşık. Biricik kahramanım diyor onun için. Ne var ki, yıllar önce annesiyle babasının boşanmasından sonra ayrı düşmüşler birbirlerine. Çatışmışlar, çelişmişler ama sevgileri içten içe hep sürmüş. Kariyerinde zirveye ulaşmış ünlü avukat Vedat Karacanın intiharıyla başlıyor öykü. Bu beklenmedik ölümün ardında yatan gizi çözmek Verdaya düşmektedir. Geriye dönüp baktığında yüzleştiği keşkeleriyle, pişmanlıklarıyla ve içini kavuran devasa bir özlemle sürecektir babasının izini... Minicik çocuk ellerimi avucunun içine hapsettiğinde, yüreğim yüreğinde eriyordu babacığım. Parmaklarım büyüdü diye mi tutmuyorsun artık ellerimi? Keşke hep küçük kalsalardı... Ne oldu da ayrıldı ellerimiz baba? Hiçbir zaman soramadım bunu sana. Sormak istediğimde fırsat olmadı, fırsat olduğunda cesaretim... Soluk soluğa okuyacağınız, farklı bir Canan Tan romanı...


Canan TAN  “Piraye”
Canan Tan, bir ilk romanla okurlarının karşısına çıkıyor: "Piraye". Genç ve güzel Piraye adını Nazım Hikmet'in eşinden almıştır. Genç kızın babasıdır Piraye ismine tutkun olan; diğer kızı da babanın Nazım Hikmet hayranlığından payını alır: Hatice. Babanın açıklaması ilginçtir ki bu açıklama romanın temalarından birini de oluşturacaktır: "Piraye, Nazım Hikmet'in karısı. Tam adı Hatica Piraye'dir. Nazım Hikmet'in onun için yazdığı şiirler ve mektuplar, edebiyatımızın gerçek yüz aklarıdır." Piraye'nin babasının bu açıklaması karşısında ilk tepkisi şaşkınlıktır: "(...) Babam elinden kitap düşmeyen, aydın bir insandı. Ama onun, kızlarına bir şairin -hem de yasaklı bir şairin- karısının adını verecek kadar edebiyat tutkunu olduğunu yeni keşfediyordum." Piraye'nin doğduğu günden bu yana içinde taşıdığı edebiyat ve şiir tohumları hayatının bir bölümünde ilişkilerine de yansıyacaktır. Roman, genç bir kızın aile, okul, aşk ve evlilik yaşantısına odaklanan ilginç bir biyografi özelliğine sahip; yazar, yarattığı kadın kahramanın yaşantısına bir 'kadın duyarlılığı' ile yaklaşıyor. Romanın ilk sayfalarında idealleri olan genç bir kız olarak tanıştığımız Piraye, sayfalar ilerledikçe ilişkilerin farklı boyutlarını yaşayacak, aşk duygusunun karşılığını kendi hayatına yerleştirmeye çalışacaktır. "Piraye" romanını bir 'dram' haline getiren ise genç kızın evlilik ve evlilik sonrası yaşantısı olacaktır; Piraye, üniversite öğreniminin hemen ardından Diyarbakır'a gelin gidecektir. "Piraye"yi yakın çevrenizde aramayın sakın," diyor Canan Tan. "Hem onun, hem de romandaki diğer karakterlerin hayal ürünü olduklarını belirtmeme, bilmem gerek var mı' Ama uzak şehirdeki şarkının nihavent olduğunu söyleyen Nazım Hikmet ve "Gözlerin hani'" diye soran Ahmed Arif gerçek." Roman, yazarın kendi hayatından da belli belirsiz izler taşıyor okuruna.


“Firarperest” Elif ŞAFAK
Tadına doyulmaz, kimi zaman kışkırtıcı, kimi zaman sakinleştirici ama ruhu hep özgür kalan yazılar İnsan ki eşrefi mahlukattır, içindeki semavi özü keşfetmekle yükümlüdür. Çıkacaksın yollara, kendine doğru git gidebildiğin kadar. Keşif boynumuzun borcudur. Kendimizi keşfetmek, aşkı keşfetmek, dünyayı keşfetmek, Öteki'ni keşfetmek... () Çakılı kalmamak sırf alışkanlıklardan ötürü demir attığın koylara. Çıkmak oralardan, geçmek dalgakıranların beri tarafına, bilmediğin memleketlere varmak, tatmadığın yemekler yemek, sözlerini anlamadığın şarkılarla içlenmek, risk almak, dağılmak ve parçalanmak ve hasret çekmek buram buram, gurbetin tadına bakmak ve kendini yabancının gözünden görmek, şaşırmak yeniden, şaşırmak bir çocuk gibi dünyanın hallerine, çeşitliliğine, güzelliğine, acımasızlıklarına... şaşırmak ölene kadar... şaşırma kabiliyetini hiç yitirmemek... budur son tahlilde Âdemoğullarına, Havvakızlarına kendilerini keşfettirten serüven.



Cariyelerin Saltanat Mücadelesi Haremin Sultanları” Fazlı NECİP

Nurü’l-ayn sadece İstanbul’da değil, dünyada eşi benzeri görülmemiş bir cari­yeydi. Feleğin cilveleri onu oradan oraya savurmasaydı, belki çoktan bir kra­liçe yahut sarayda bir haseki olacaktı. Kim bilir, belki yine de buydu kaderi. Bir zengin onu satın alır ve saraya takdim ederse eğer… Ve bir gün zengin bir adam, Nurü’l-ayn’ı satın alıp Padişaha hediye etti. İmparatorluğun başına açtığı beladan bihaberdi…
Osmanlı tarihinde Kösem Valide adıyla şöhret kazanan Mahpeyker Sultan da istisnai bir kadındı. Rum papazının bu çok güzel ve çok zeki kızı, kaçırılarak saraya takdim edildiği zaman henüz çocuk denecek yaşta olmasına rağmen Sultan Ahmet’i etkilemeye, sarayda büyük bir nüfuz edinmeye muvaffak olmuştu. Yaşı ile birlikte yetenekleri de bü­yüdü, gelişti. Oğlu Sultan Murat namına saltanatı büsbütün ele aldığı senelerde  güç ve kudretin sem­bolü haline geldi. Müthiş cüretkâr, neredeyse gözle görülür, elle tutulur bir ihtiras sahi­biydi. Zekası, azmi ve cesaretiyle herkesi etkiliyor, arzuları, aşkı ve düşmanlığı ise korkutuyordu. Sonra bir de Şekerpare Haseki, Hubyar Kadın ve Fitne Kumkuması Hamide Hatun vardı tabii. Haremde sultanlık mücadelesi iki kişi arasında kalmayacak, Osmanlı Sarayı hiç olmadığı kadar karışacaktı…



 ALINTI